Associate
Sorunu sor hemen cevaplansın.
associate teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- birleştirmek
- iş arkadaşı {i}
- ortak {i}
Örnek Cümle:
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
-Dan lied to his associates.
Örnek Cümle:
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
-The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
- öğretim üyesi {i}
- arkadaşlık etmek {f}
- birleşmiş {s}
- birleşmek
- yardımcı (Ticaret)
Örnek Cümle:
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
-Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
- yandaş (Matematik)
- iştirak (Ticaret)
Örnek Cümle:
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
-The three associates will set up a new company.
- yasal ortak (Ticaret)
- ilişkilendirme
Örnek Cümle:
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
- meslektaş (Ticaret)
- ticari şirket ortağı (Ticaret)
- ticari şirketin ortağı (Ticaret)
- ortaklık yapmak (Politika, Siyaset)
- ortaklık
- iş ortağı
Örnek Cümle:
Tom sadece bir iş ortağı.
-Tom is just a business associate.
Örnek Cümle:
O, benim iş ortağımdı.
-He was my business associate.
- ortalı (Ticaret)
- katılan (Ticaret)
- ilişkilendirilmiş
- hukuki ortak (Ticaret)
- ortaklık etmek (Ticaret)
- birliktelik kurmak
- düşünmek
- ortak ol {f}
- ortak çalışma arkadaşı
- arkadaş
Örnek Cümle:
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
-I don't associate with people like Tom.
- hakları sınırlı üye
- ilişkilendir {f}
Örnek Cümle:
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
Örnek Cümle:
Asya'da Fransız dili genellikle romantizmle ilişkilendirilir.
-In Asia, French language is often associated with romantism.
- Birbirleriyle ilişkilendirmek, aralarında ilişki kurmak
Örnek Cümle:
Which of these phrases do you associate with the pictures?.
- ile görüşmek
- bağdaştırmak {f}
- yakıştırmak
- benzetmek {f}
- with {f}
- ortak çıkar ve ilişkileri olan
- arkadaş olan {s}
- bağlı olan {s}
- dost {i}
- serik olmak
- işbirliği yapmak {f}
Örnek Cümle:
O Bill ile işbirliği yapmak istemiyor.
-She doesn't like to associate with Bill.
- ilişkilendir: adj.ortak {f}
- arkadas olan
- ortak olmak {f}
- serik
- -i hatırlatmak, -i akla getirmek: I associate that smell with the back streets of Warsaw. O {f}
- ikinci derece statüsü olan {s}
- ortak etmek {f}
- üye {i}
- çağrıştırmak {f}
- ortakllk kurmak
- tam üye
- yarı/muhabir üye
- birlikte
- tabi
- benzetir
- anlaşık
- associate professor
- doçent
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
-Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
- individual
- (Hukuk) bireysel
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
-Individual freedom is the foundation of democracy.
Bir takım yıldızındaki bireysel yıldızlar birbirlerine çok yakın görünebilir fakat aslında onlar uzayda büyük mesafelerle ayrılabilir ve birbirleriyle hiç gerçek bağlantısı yoktur.
-The individual stars in a constellation may appear to be very close to each other, but in fact they can be separated by huge distances in space and have no real connection to each other at all.
- Guy
- {i} adam
Niçin adamları topluyorsunuz?
-Why were you picking up guys?
Bu adamın ne düşündüğü hakkında hiçbir fikrim yok.
-I have no idea what that guy is thinking.
- guy
- herif
Şu herifi tanımıyor musun?
-Don't you recognize that guy?
Hadi yakalayalım şu herifi.
-Come on let's catch that guy.
- person
- kişi
Bilal bilgili bir kişidir.
-Bilal is a person of knowledge.
Dün yeni bir kişisel bilgisayar satın aldım.
-I bought a new personal computer yesterday.
- friend
- dost
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
-True friendship is priceless.
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
-My best friend is a book.
- gentleman
- centilmen
Bir centilmen böyle bir şey yapmazdı.
-A gentleman wouldn't do such a thing.
O, mükemmel bir centilmendir.
-He is a perfect gentleman.
- gentleman
- beyefendi
O, Amerikalı bir beyefendi değil mi?
-Isn't he an American gentleman?
Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
-Sir Harold is a fine English gentleman.
- partner
- ortak
Biz rakibiz, ortak değil.
-We're competitors, not partners.
Bir ortaklık kurmayı kararlaştırdılar.
-They agreed to form a joint partnership.
- dude
- ahbap
Saçma bir gece kulübündeyim, ahbap!
-I'm in a fricking nightclub, dude!
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
-Are we gonna get some wine, dude?
- pal
- ahbap
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
-Thank you for helping me, pal.
- buddy
- {i} ahbap
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
-You'd better watch it, buddy.
- kid
- çocuk
Çocukken pamuklu şekerin ve bulutların benzer olduklarını düşünürdüm.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
Lütfen onu diğer çocuklara uzat.
-Please pass it to the other kids.
- man
- insan
Asya'da bir sürü insan vardır.
-There are many people in Asia.
Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.
-Many people worry about paying their bills.
- man
- erkek
Odada kaç tane erkek çocuk var?
-How many boys are there in the room?
Kaç tane erkek kardeşin var?
-How many brothers do you have?
- boy
- {i} delikanlı
Nehirde yüzen delikanlı kimdir?
-Who is the boy swimming in the river?
Bazı delikanlılar tenis oynar diğerleri futbol.
-Some boys play tennis and others play soccer.
- friend
- {i} ahbap
- friend
- {i} arkadaş
Üniversite arkadaşım terör karşıtı.
-My university friend is against terror.
Beni seven bir arkadaşım var.
-I have a friend who loves me.
- kid
- küçük çocuk
- boy
- {i} oğlan
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
-There was an interesting story in the letter to the boy.
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
-The little boy is at the zoo.
- boy
- erkek çocuk
Tom ve arkadaşları sahilde oturdu ve erkek çocuklarının yüzmesini izledi.
-Tom and his friends sat on the beach and watched the boys swimming.
İki erkek çocuk yemeklerini kendi aralarında pişirdi.
-The two boys cooked their meal between them.
- partner
- eş
Tom asla benim eşim değildi.
-Tom was never my partner.
Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.
-Pigeons stay with the same partner for life.
- associate with
- (Bilgisayar) ilişkili program
- associate contractor
- (Askeri) ortak müteahhit
- associate dean
- (Eğitim) dekan yardımcısı
- associate degree
- (Eğitim) önlisans dercesi
- associate editor
- (Basın) yardımcı editör
- associate members
- (Askeri) ortak üyeler
- associate professor
- (Eğitim) doçent doktor
- associate with
- bağlantılı olmak
- associate with
- hatırlatmak
- associate with
- ile ilişkide bulunmak
- associate with
- ile görüşmek
- associate with
- akla getirmek
- associate with
- işbirliği yapmak
O Bill ile işbirliği yapmak istemiyor.
-She doesn't like to associate with Bill.
- associate's degree
- ön lisans derecesi
- associate company
- ortak şirket
- associate company
- kardeş şirket
- associate degree
- ön lisans
- associate member
- ortak üye
- associate membership
- ortak üyelik
- associate with
- işbirliği yap
Böyle insanlarla işbirliği yapma.
-Don't associate with such people.
O Bill ile işbirliği yapmak istemiyor.
-She doesn't like to associate with Bill.
- associate of arts
- dört yıllık kolej ya da üniversitelerin sosyal bilimlerine hazırlayan iki yıllık programlar, önlisans eğitimi
- associate of arts
- sanat ilişkilendirmek
- associate of arts degree
- dört yıllık kolej ya da üniversitelerin sosyal bilimlerine hazırlayan iki yıllık programlar, önlisans eğitimi
- associate producer
- yardımcı yapımcı
- associate professors
- (Eğitim) doçent
- associate to
- için ortak
- associate's degree
- (Eğitim) İki yıllık üniversite mezunlarının sahip olduğu on lisans diplomasi
- associate's degrees
- ilişkilendirmek derecesi
- Associate Director of Central Intelligence for Military Support
- (Askeri) Merkezi İstihbarat (Askeri Destek) Başkan Yardımcısı
- associate contractor
- (Askeri) ORTAK MÜTEAHHİT: Hava kuvvetleri tarafından hazırlanmış veya onaylanmış şartname hükümlerini karşılayan tali sistem, teçhizat veya aksamın geliştirilmesi veya imali ile ilgili Hava kuvvetleri esas müteahhidi. Komple bir silah sistemini hep birlikte geliştiren veya imal eden bir müteahhitler grubunun bir üyesi
- associate matrix
- (Matematik) devrik eşlenik matris
- associate measures
- (Askeri) yan ödemeler
- associate movements
- (Fizyoloji) ortak hareketler
- associate oneself
- ortak olmak
- associate oneself
- birleşmek
- associate oneself
- işbirliği yapmak
- associate partner
- (Politika, Siyaset) ortak ortaklık
- associate product
- (Sinema) yardımcı yapımcı
- associate with intellectuals
- entel takılmak
- associate with somebody
- (Ticaret) biriyle arkadaşlık etmek
- individual
- özgün
- buddy
- arkadaş
O benim eski içki arkadaşım.
-He's my old drinking buddy.
Acını hissediyorum, arkadaş.
-I feel your pain, buddy.
- mate
- arkadaş
O benim iş arkadaşımdır.
-He is my working mate.
Tom ve arkadaşları alemlere akıp zil zurna sarhoş oldu.
-Tom and his mates went on a pub crawl and all ended up pretty drunk.
- friend
- koruyan kimse
- friend
- have a friend at court mahkemede dayısı olmak
- pal
- arkadaş
Onun birkaç mektup arkadaşı var.
-She has a few pen pals.
Tom'un Avustralya'da bir kalem arkadaşı var.
-Tom has a pen pal in Australia.
- associated
- {s} birleşmiş
- associated
- ilgili
Tom Batılı yaşam tarzı ile ilgili çevresel etkileri anlamıyor.
-Tom doesn't understand the environmental impacts associated with a Western lifestyle.
Bu sorunla ilgili yorumlar bulunmaktadır.
-There are comments associated with this question.
- buddy
- lan/arkadaş
- kid
- küçük
Bu çocuk küçük bir şeytan.
-That kid is a little demon.
Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
-Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- buddy
- kanka
Neden kankam bir geri zekalı?
-Why is my buddy an idiot?
- gentleman
- bey
Tom'un her inçi bir beyefendi idi.
-Tom was every inch a gentleman.
O mükemmel bir beyefendi.
-He is a perfect gentleman.
- guy
- {f} takılmak
Sanırım Tom siz arkadaşlarıyla iki gece peş peşe takılmak istemiyordu.
-I think Tom didn't want to hang out with you guys two nights in a row.
Fransızca çalışıyor olmalıyım ama siz arkadaşlarla takılmak daha eğlenceli.
-I should be studying French, but it's more fun hanging out with you guys.
- individual
- fert
- buddy
- kafadar
- fellow
- arkadaş
O gerçekten hoş bir arkadaş fakat ondan hoşlanmıyorum.
-He's quite a nice fellow but I don't like him.
Kallben iyi bir arkadaştır.
-He was a good fellow at heart.
- buddy
- dili arkadaş
- buddy
- kardeş
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
-You made a big mistake, buddy.
- kid
- kandırmak
- Friend
- (isim) Enis">(isim) Enis
- Friend
- (isim) Enise">(isim) Enise
- associate with
- ilintili olmak
- associated
- (sıfat) birleşmiş
- buddy
- birader
- fellow
- akademi üyesi
- friend
- {i} tanıdık
O, bir arkadaş değil ama bir tanıdıktır.
-He is not a friend, but an acquaintance.
O bir arkadaştan daha çok bir tanıdık.
-She is more an acquaintance than a friend.
- guy
- rezil etmek
- man
- yönetim
Bay Johnson dikkatsiz yönetimi nedeniyle kaybedilen para miktarı hakkında endişe ediyordu.
-Mr Johnson was concerned about the amount of money that was being lost because of careless management.
Ben bir yönetim danışmanıyım.
-I'm a management consultant.
- associate with
- birlikte anılmak
- associated
- (Mukavele) birleşmiş, beraber bulunan, -e ait
- boy
- ufaklık
- boy
- uşak
- boy
- çocuk garson
- boy
- erkek genç
- boy
- kızan
- dude
- şehirden gelen tatilci, turist
- fellow
- üniversite öğretmeni
- fellow
- (Argo) genç adam
- fellow
- emsal
- fellow
- herifçioğlu
- fellow
- yakın arkadaş
- fellow
- (Argo) delikanlı">(Argo) delikanlı
- friend
- yoldaş
- friend
- yakın
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
-My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
Biz onu en yakın arkadaşlarımız arasında sayıyoruz.
-We number him among our closest friends.
- friend
- ayaktaş
- friend
- dostça davranmak
- friend
- can
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
-My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
Tom Mary'nin o kadar cana yakın olacağını ummuyordu.
-Tom didn't expect Mary to be so friendly.
- guy
- vento
- guy
- ip
- guy
- gergi kablosu
- guy
- halat
- guy
- alaya almak
- guy
- herifçioğlu
- individual
- tekil
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- individual
- (Tıp) individual
- kid
- genç
Daha genç çocuklarla uğraşmayın.
-Don't pick on younger kids.
Ben gençken, bir çocuğun sahip olabileceği en modern şey, bir transistör radyoydu.
-When I was young, the hippest thing a kid could own was a transistor radio.
- man
- mide
Bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.
-The way to a man's heart is through his stomach.
Lütfen beni güldürme. Dün bir sürü mekik çektim ve mide kaslarım ağrıyor.
-Please don't make me laugh. I did too many sit-ups yesterday and my stomach muscles hurt.
- man
- adam vermek
- man
- el ile
El ile sürebilir misin?
-Can you drive manual?
- man
- kimse
Hiç kimse tam olarak kaç kişinin kendilerini hippi kabul ettiklerini bilmez.
-No one knows exactly how many people considered themselves hippies.
Mağazayı pek çok kişiye sordum, ancak kimse onu duymamıştı.
-I asked many persons about the store, but no one had heard of it.
- man
- koca
Rahip onları koca ve karı ilan etti.
-The priest pronounced them man and wife.
Onlar karı koca oldu.
-They became man and wife.
- man
- kent çapında ağ
- man
- zevk
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
-I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
Bütün hayvanlar, insanın dışında, yaşamın asıl işinin ondan zevk almak olduğunu biliyor.
-All animals, except man, know that the principal business of life is to enjoy it.
- man
- yeterince insan olmak
- mate
- (Askeri) ikinci süvari
- mate
- birbirine geçirmek
- mate
- (Tıp) mate
- member associate
- (Politika, Siyaset) ortak üyelik
- senior associate
- kıdemli ortak
- associated
- (Ticaret) ortak olan
- gentleman
- {i} bay
Gerçek bir beyefendi bir bayanı bekletmemeli.
-A true gentleman must not keep a lady waiting.
O bir bayan olduğu için, bu yüzden o bir beyefendi.
-As she is a lady, so he is a gentleman.
- person
- adam
Yaşlı adam odasında öldü.
-The old person died in their room.
Donald Trump ünlü bir iş adamıdır.
-Donald Trump is a famous business person.
- associated
- {f} ortaklık kur
- boy
- Vay be!
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
-Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
- boy
- Üf!
- boy
- Vay canına!
- buddy
- lan
- buddy
- ulan
- dude
- züppe adam
- fellow
- kişi
- fellow
- hemcins
- fellow
- adam
Fred tembel bir adam.
-Fred is a lazy fellow.
Tüm hatalarına rağmen, o iyi bir adam.
-For all his faults, he is a good fellow.
- fellow
- dost
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
-Sami hanged out with his fellow fire fighters.
- fellow
- benzer
- gentleman
- {i} kibar kimse
- gentleman
- adam
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
-You're a gentleman and a scholar.
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
-He described the man as a model gentleman.
- man
- adam
Polis adamın peşinde.
-The police are after the man.
Sağlıklı olan adam sağlığın değerini bilmez.
-A healthy man does not know the value of health.
- Man
- Man
- accompany; associate with
- eşlik; ortak ile
- actuarial associate
- sigorta risklerini ve primlerini hesaplayan uzman yardımcısı
- associated
- ortak
- associates
- iş ortakları
- associating
- ortaklık etmek
- associating
- ilişkilendirme
- bro
- (Brother) Bir hitap kelimesi olarak, "kardeş", "dostum", "arkadaşım", "kanka"
- buddy
- Dostluk kurmak, arkadaş olmak
- clinical research associate
- klinik araştırma ilişkilendirmek
- dude
- Amerikalıların günlük konuşma dilinde birbirlerine hitap etmek için kullandıkları kelime
- dude
- giyimine aşırı düşkün erkek
- dude
- adamın
İlgili Terimler
associate teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- boy
- Uzunluk
- Boy
- (Osmanlı Dönemi) TUL
- Boy
- KLAN
- Boy
- anar
- Boy
- kamet
- Boy
- kabile
- DUDE
- (Osmanlı Dönemi) Kurtcağız, küçük solucan, böcek
- Son
- nihayet
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
-Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
-Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
- boy
- Destan: "Boy boyladı, soy soyladı."- Dede Korkut
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı: "Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi."- F. R. Atay
- boy
- Kumaş için ölçü
- boy
- Uzaklık: "Günde üç boy şehrin öbür ucuna gider, gelir."- H. Taner
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık: "Boyu uzundu, yalnız biraz fazla semizdi."- Ö. Seyfettin
- boy
- Dede Korkut kitabında destan, hikaye anlamında kullanılan sözcük
- boy
- Zerdüştiler'de sunulan tütsü
- boy
- Afrika ve Asya ülkelerinde genç yerli hzimetçilere ingilizlerin verdiği ad
- boy
- Uzaklık
- boy
- Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışı uygulayan geleneksel topluluk, kabile, klan: "Türk boyları birbirlerini kardeş tanıyorlar."- O. S. Orhon
- boy
- Destan
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı
- boy
- Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı
- guy
- Müslümanlara karşı savaşlarda krallığını kaybeden Kudüs Haçlı kralı(1187)
İlgili Terimler
associate teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- An associate's degree
- A companion; a comrade
- Having partial status or privileges
Örnek Cümle:
An associate member of the club.
- Joined with another or others and having equal or nearly equal status
Örnek Cümle:
An associate editor.
- To spend time socially; keep company
Örnek Cümle:
She associates with her coworkers on weekends.
- To connect or join together; combine
- To join in or form a league, union, or association
- A person united with another or others in an act, enterprise, or business; a partner or colleague
- One that habitually accompanies or is associated with another; an attendant circumstance
- To join as a partner, ally, or friend
- To connect in the mind or imagination
Örnek Cümle:
I always somehow associate Chatterton with autumn. - John Keats.
- A member of an institution or society who is granted only partial status or privileges
- Following or accompanying; concomitant
- to keep company, to unite {v}
- connected, influenced one by another {a}
- a companion, partner, partaker, sharer {n}
- joined in league {a}
- An associates degree
- Linking a document with the program that created it so that both can be opened with a single command
- To specify that a certain filename extension is to be linked to an application so that when the filename is launched in File Manager, the linked application will be launched with the file automatically loaded in
- Long-term equity investments accounted for by the equity method
- Associate is used before a rank or title to indicate a slightly different or lower rank or title. Mr Lin is associate director of the Institute. someone who you work or do business with = colleague
- an un-intiated member of a fraternity
- A company that has between 20% and 50% of its shares owned by another is deemed to be an associate The parent company is assumed to have some management input and is allowed to account for its share of the profits reported by the associate This is usually more than the cash it actually gets
- To unite in action, or to be affected by the action of a different part of the body
- partner; fellow worker; friend {i}
- any event that usually accompanies or is closely connected with another; "first was the lightning and then its thunderous associate" a person who joins with others in some activity; "he had to consult his associate before continuing" make a logical or causal connection; "I cannot connect these two pieces of evidence in my mind"; "colligate these facts"; "I cannot relate these events at all
- Closely connected or joined with some other, as in interest, purpose, employment, or office; sharing responsibility or authority; as, an associate judge
- partner, colleague, confederate, companion {s}
- an incorporated enterprise in the host country in which an investor owns a total of at least 10 per cent, but not more than a half, of the shareholders' voting power
- keep company with; hang out with; "He associates with strange people"; "She affiliates with her colleagues"
- To join with one, as a friend, companion, partner, or confederate; as, to associate others with us in business, or in an enterprise
- Enter keywords
- To accompany; to keep company with
- Any person or persons who can be linked to the possessor of the crime gun at the time of its recovery by law enforcement
- make a logical or causal connection; "I cannot connect these two pieces of evidence in my mind"; "colligate these facts"; "I cannot relate these events at all
- If you say that someone is associating with another person or group of people, you mean they are spending a lot of time in the company of people you do not approve of. What would they think if they knew that they were associating with a murderer?
- Admitted to some, but not to all, rights and privileges; as, an associate member
- A term given to "trial" members by fraternities Often synonomous with "pledge" or "new member "
- noun man
- Anything closely or usually connected with another; an concomitant
- (verb ) To associate a media file with a module For example, you associate an Image module with a gif or jpg file, an AU Audio module with an au sound file, a 3D World module with a wrl file, and so on
- If you associate someone or something with another thing, the two are connected in your mind. Through science we've got the idea of associating progress with the future
- One connected with an association or institution without the full rights or privileges of a regular member; as, an associate of the Royal Academy
- To unite in company; to keep company, implying intimacy; as, congenial minds are disposed to associate
- This category is the same as the "Affiliate" except that the physician oncologist in this category is a private practitioner Medical Oncologist or private practice Haematologist or Internal Medicine consultant with a special interes
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.